Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

İNSAN İNSANLIKTAN ÇIKINCA…

Yazının Giriş Tarihi: 25.03.2021 10:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.12.2023 09:54

İnsan sosyal bir varlıktır… İki ayağı üzerinde gururla yürüyen, alet edavat üreten, yapan çatan, imal eden; doğanın zorluklarını asan, taşan nehirleri gemleyen, zorlu mevsimleri altalayan ve de uzaya göz kırpan üstün bir canlı idi…

Ama özel mülkiyet insanoğlunu bozdu…

Kapitalist sistemin özünde sözde özgürlüklerin haricinde “altta kalanın canı çıksın” prensibi vardır. Ahlak temelli din ise -zamanla yozlaşarak- toplumsal düzenin iktidarda bulunan eğemen güçleri koruma ve savunma mekanizmasına dönüştü… Geri kalmış ve az gelişmiş ülkelerin çoktan da çoğunda mezhepleşen, cemaatleşen dinci unsurların politik baskı araçlarına ki; çağdaş hukukun bile üstünde bir kuruma dönüştü ve dönüşecek gibi…

İşçiler gibi kafa, kol ve beyin emekçileri dahi -az gelişmiş ülkelerde- modern köleler konumuna getirildiler… Sosyal sınıflar arasında muteber olanlar; devleti yönetenler, sermayedarlar, bankerler, özel mülkiyet sahipleri ile dindarlığını sarığında bayraklaştıran din adamlarıdır…

Ezenler ile ezilenler… Çalışanlar ile çalıştıranlar… Dokunulmazlıkları olanlar ile doğanın her şeylerine dokunanlar vardır… Mağrurlar ile ezilenler ile süzümsüzüm süzülenler ile büzümbüzüm büzülenler; yeni tip sosyal sınıflar oluşturmaya başlarlar, yaşlıların yerini yeni yetmeler alır.

Başını hangi yöne döndürürsen döndür iki ayrı ve iki büyük sosyal sınıfa mensup insanları görürsünüz… Biri atlıdır, biri yaya… Kiminin yediği önünde yemediği arkasında… Biri kuzu kızartmasına burun kıvırırken, birisi çöpte bulduğu kemiğin iliğini somururken “bunu bulamayan buna da şükür” der…

Normal bir insan bir olay, bir vaka ya da zihinsel ve bedensel bir hastalığa yakalanınca yani, özcesi deli divane olunca, yolunu rotasını yitirince ve ne olduğunu şaşırınca, vahşi ve kudurgan hayvandan ne farkı kalır ki!

Zıvanaya dönmesin insan… Doyumsuzdur insan, hak etse de etmese de ha bire tüketir, doğanın doğallığına -her an- tecavüz ederek. Ve “benden sonra tufan” sözü aç gözlülere özgüdür…

Öyle anlar olur ki, dünün halim selim insanı, öyle bir duyarsızlaşır, öyle bi tepkisizleşir ki insanlıktan çıkan insan; kulakları sağır eden bitmişlik çığlıklarını duymaz olur; ayaklar altında çiğnenen onurları da görmezden gelir…

Olmayan şeylere tepki verir, olan şeylere ise burun kıvırır… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, tavırları sergiler; günü kurtarma telaşında olan insan…

Bir de bencillik girince işin içine, onuru bir tarafa bırakır ezik insan; çulsuza burun kıvırır; zengine yanaşmaya başlar; nasiplenmek için…

Günlük çıkarları için sağırları oynar kulaklar… Haklıyı değil de haksız olan varsılı ve arkası güçlü olanı savunur…

Bakan ve gören gözler, körlük numarasına yatar…

Yalanın, dolanın, sömürünün, yağmacılığın ve mevcut düzeni ortaçağ karanlığına götürmek isteyenlerin karşısında ezilip büzülen insancıkların Lâl olur dudu dilleri… Birbirine dolanır ayakları…

İki elinde kaç parmak olduğunu bile sayamaz artık insan, unutur onurun gururun ne olduğunu!

Ya azillik ya vezirlik tercihinden birini seçmek zorundadır, orta yolcular; ya onurlarını satacaklardır ya da günü geldiğinde binbir rezilliğe bulanacaklardır…

xxx

Virüslü pandemi ortamında kimi insan işini, kimi insan işyerini yitirir… Elde avuçta ne varsa kıt kanaat geçinmeye çalışır ama direnmek mümkün değildir… Genel önlemler için konulan yasaklar yeni yasaklar getirir… Ama bırakınız yeni bir iş dalının açılması akıla zayidir…

Bu pandemili koşullar altında hayvan hayvanlığından utanır da sırtı kalın olan insan düştüğü pislikten utanmaz; neticede maddi ve manevi kâr varsa…

Dört ayaklılar da, kanatlılar da, sürüngenler de bitmiş, tükenmiş, kaybetmiş, aciz olmuş, bitmiş insana bakıp, surat asıp, burun kıvırırlar…

Acizlik içindeki korku sarmalına dolanan, avuç açan, himmet dilenen insanın en yakınları bile böyle bir yaşamdan kendi paylarına utanırlar…

Normal bir insan bile, düşmüş ve yalnız başına ayağa kalkamayan insanın varlığından tiksinir… Ve öyle insanlar vardır ki, kendisi gibi insan olana yaptığı kötülüklere -kendi kendine lanet okuması gerekirken- mağrur bir şekilde güler ve geçer…

Oysa özür dilenen manevi bir kurum vardır; hem yürekte hem de beyinde… Bu iki manevi kurum vicdan muhasebesini yapıp insanı; “hata da, haksızlık da sendedir” der, efendisini uyarır… Çok kez de, “obur olma” der; hatta “mala da mülkü de tamah etme! Dünya malı dünya da kalır! Kefenin cebi yoktur, unutma!” der.

Bu hırs, nasıl bir hırs ise; bencilliğinden, aç gözlülüğünden -sürekli- ister de ister, stoklar da stoklar; “ölüsünün körüne saklayacakmış gibi!”

İnsan, gözünün gördüğü, canının çektiği her şey kendisinin olmasını ister… Kendinden başka herkes aç açık kalsın, rezil rüsvan olsunlar, ister ve O, başkalarının bu imkânsızlıklarından zevk de alır, neşelenir de…

Güç karşısında korkutulan, baskı ve şiddet gören kifayetsiz insan, yalan da söyler, hakkından ferağ da eder, yalancı şahitlik de yapar…

xxx

Kişilik çok önemlidir, prensip sahibi olmak da… Kişilik sahibi ve de onur ve gururlu insanlar ne hak yerler, ne de haklarını yedirirler!

Herhangi bir konuda ne yalan söylerler, ne de yalancı şahitlik yaparlar; “eğriye eğri, doğruya doğru” prensiplerinden asla taviz vermezler…

Şu onurlu, şu saygın, şu itibarlı, şu korkusuz, su yalansız dolansız, şu gözü gönlü tok kişiler örneklemesi gibi insanlarımızın sayısı -ne yazık ki- günden güne azalmakta…

Onlardan boşalan yeri ise -maalesef- iyi, yararlı, düşünceli, paylaşımcı, dayanışmacı insanların yerini zıt karakterli (ki karaktersiz) kişiler doldurmaktadır; yalakanın da yalakası, sırnaşıkların sırnaşıkları; el etek öpmenin de ötesinde paspas görevi yapan yağdanlıklar almaktadır; günlük ve geçici nafakaları uğruna… Yalanı alkışlatanlar da bu kişiliksiz varsıllardır ki; kendilerini şah iken şahbaz edenler de; an itibariyle servetlerine servetler ekleyip, yokları yoksulları cennet vaatleriyle avutanlar da; bir elleri yağ da, bir elleri bal da olanlardır…

Çok az kişi tanırım ki, zor ve şiddet yüklü tehditler karşısında bile boyun büküp sineye çekmemişlerdi…

Ne kişiliklerine lekele sürdürmüş ne de himmet dilenmişlerdi…

Azdan çoğa, ne kadar elzem olsa da kişiliğine toz kondurmamak için; “bu da olmasın” deyip, yok hükmünde saymışlardı; kişiliklerine ve prensiplerine toz kondurmamak için…

Her insan, gördüğü ve şahit olduğu bir konu da, bir mevzu da; bir eleştiriye, bir isnada, bir haksızlığa maruz kalmış olabilir… Günümüzde önemli olan gördüğünü görmezden gelmeyen şahitler vardır… Olaya şahit olan gördüğünü mü söyler, yoksa haksız olan ama zengin ve nüfuslu olanı mı haklı çıkaracak ifadelerde bulunur?

Mağdur olan yoksul ise -günümüz de- adaletin terazisi sizce doğru tartar mı?

Olay anında meydanda bir tek şahit varken, ikinci, üçüncü celselerden sonra şahitlerin sayısı bir manga asker sayısına nasıl dönüşür? Ki bu da benim tespitlerim içinde bir hukuk muammasıdır…

Yoksul ve arkasız olan mağdurun hakkı yenilir…

Adalet siyasallaşır…

Adalet siyasallaşınca da hak hukuk Arap Saçından beter olur…

Hadi şimdi çöz çözebilir isen bireysellikten evrenselliğe ülkenin sorunlarını…

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.