SOKAĞI AĞLATAN YÖNETMEN

Yılanların Öcü, Muhsin Bay, Arabesk gibi Türk sinemasının dama taşı olan filmlere imzasını atan ve son 100 yılın en iyi 10 görüntü yönetmenleri arasına giren Aytekin Çakmakçı ile Türk Sineması’nın dününü, bugününü konuştuk…

Haber Giriş Tarihi: 08.12.2023 10:04
Haber Güncellenme Tarihi: 08.12.2023 10:04

Yılanların Öcü, Muhsin Bay, Arabesk gibi Türk sinemasının dama taşı olan filmlere imzasını atan ve son 100 yılın en iyi 10 görüntü yönetmenleri arasına giren Aytekin Çakmakçı ile Türk Sineması’nın dününü, bugününü konuştuk…

 SN. ÇAKMAKÇI, BİR İZLEYİCİ OLARAK TÜRK SİNEMASININ BÜYÜK BİR KRİZ İÇİNDE OLDUĞUNU GÖRÜYORUM. SEZONDA BİRÇOK FİLM ÇEKİLİYOR AMA DİŞE DOKUNUR BİR ESER ORTADA YOK. BUNU NEYE BAĞLIYORSUNUZ?

Her şeyde olduğu gibi sinemada da kolaycılık algısı yayıldı. Bu algının ilk yansıdığı yer beyaz perde oldu. Herkes “ne güzel, film üretimi çoğaldı” demeye başladı ama mesele film üretmek değil, önemli olan mesaj üretmek. “Adam gibi adam” derken nasıl kaliteyi vurguluyor isek, adam gibi bir filmden bahsedemiyoruz. Dijital teknolojiye geçildi, işler daha kolay ve modernize hale geldi ama bol küfürlü filmler, saçma sapan light komediye yönelim başladı. Nasıl olsa parça parça olsa sinema dolunca, en kestirmeden ne yaparım mantığı aldı başını gitti. O eski prodüktör profili de kalmadı. Tamam, eskiler para kazanıyordu ama tarihe mal olmuş filmler yapıyorlardı. O filmin başrol oyuncusundan, ışıkçısına kadar biz aile idi ve herkes, “bu benim filmim” diyordu.

 

PEKİ, BU GÜN NEDEN “BU BENİM FİLMİM” DENECEK BİR ÜRÜN YOK ORTADA. ESKİLER DAHA MI AKILLI İDİ. YADA YENİLERİN KEŞFEDEMEDİKLERİ BİR ŞEYLER Mİ VAR? SORUN NEDİR Kİ BÖYLE SİTEMKÂR KONUŞTUNUZ?

 

Tarz yaratmak kolay bir iş değil. Düşünün sinemada tam 18 farklı branş var. Sosyoekonomik ve kültürel değişimlerden sinema da payını alıyor. Ancak bu süreç evrimini tamamlamıyor, umarım tamamlamazda. Yoksa orası yolun bittiği yer olur. Düz sinema, klasik sinema, deneyci sinema, doğaçlama her bir tarz en az 40 yılda oluşuyor. Işığın şekli, yemek, kostüm, mekân her şey değişiyor. Mesela benim annem gaz ocağında çeşit çeşit gayet zor olan Osmanlı yemeklerini şaheser gibi yapardı. Eşim annemden daha az yemek biliyor, kızım daha da basitleştirdi hamburger kültürünün çocuğu oldu. Yine annem düz bir kumaşı kesip kenarlarını büzüştürüp kendisine çok güzel bir kıyafet dikerdi. Şimdi bakıyorsunuz kızlı-erkekli blujean-spor ayakkabısı var. Bir tüketim toplumu haline geldi artık. Cuma günü öğleden önce sevgilisinden ayrılan bir kız, öğleden sonra kendisine başka bir sevgili buluyor. Kınamalı mıyız? Hayır, ama bunun nedenlerini de sorgulamalıyız.

 

“DÜŞÜNÜYORUZ ÖYLEYSE VARIZ” AMA HALİMİZE BIRAKIP DÜŞÜNMEMİZİ İSTİYORLAR MI? KISA ERİMLİ BELLEKLERE SAHİBİZ HATTA NEYİ SORGULAYACAĞIMIZI BİLE BİLMİYORUZ!

 

Emperyalist sisten insanlara düşünme ve sorgulama hakkı tanımıyor. Düşünmeye zamanlar yok, çabuk karar vermeliler (!) O nedenle biz kendi sinemamıza hâkim değiliz. Emperyalist güçlerin oyuncağı, kuklasıyız. Çirkin tekliflere ya evet diyeceksiniz, yâda karşı çıkıp silineceksiniz. Sorun güçsüz olmamız. Boylu boslu, kaslı bir adam yaratıyorlar, hatta eline silah da veriyorlar ama “biz ne istersek onu yapacaksın” diyorlar. Bunun adı tutsaklıktır.”Bir Türk Dünyaya Bedeldir” sözü hikâyedir. Televizyon denen aletten daha güçlü bir şey yoktur ve televizyon dünyanın en büyük icadıdır.

 

BEN TELEVİZYONA “APTAL KUTUSU” DENDİĞİNİ SANIYORUM, DENEYİMLİ VE BOL ÖDÜLLÜ BİR SİNEMACI OLARAK TELEVİZYONU BÖYLE KUTSAMANIZA ŞAŞIRDIM AÇIKÇASI. NEDEN BÖYLE BİR ANLAM YÜKLEDİNİZ TELEVİZYONA?

 

Bir kere televizyon olmasa devletler birbirini aldatırdı. Toplum bunu, çatışmaları ve gerilimleri görüyor. Nedenleri biliyor ve bundan etkileniyor. Örneğin Gürcistan’daki sınır çatışmasını oturduğu yerden görebiliyor insanlar. Televizyon bir göz yarattı. Medya günümüzde gerçekten 4. güç, hatta 2. güç. Toplumun en yoksul kesimleri dünyayı gözleyerek bu gücün etkisine giriyorlar. Ve bu güç aslında dünyadaki 5 büyük gücün elinde. Tüm davranışımızı bu güç belirliyor. Dolayısı ile sinemayı bundan ayrı tutmak doğru değil.

 

PEKİ, SİNEMA NASIL ETKİLENİYOR BU GÜCÜN ETKİ ALANINDAN? BU BELİRLEYİCİLİĞE KARŞI KONULMASI İÇİN KALİTELİ VE TOPLUMSAL MESAJLAR VEREN FİLMLERE YÖNELMEK GEREKMEZ Mİ?

 

Söylediğiniz doğru ama o filmleri yaptırmazlar. Bir Yılanların Öcü gibi film yapamazsınız. Toplumcu filmlere itibar edilmemesini sağlıyorlar. Hikâyelere alkış tutuyorlar ama ucuz film adına birbirine benzer senaryoları çekiyorlar. Tıpkı Serdar Ortaç’ın şarkıları gibi. Sözlerini değiştirip değiştirip şarkı yapıyor ama halk onu dinliyor. Ucuz filmlerde aynen böyle ve birbirinin taklidi. Bir de otosansür var o en sıkıntılı alan. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koyduğu sansür güya MC Hükümeti döneminde kaldırıldı. Bir film bir kente veya kasabaya gittiğinde mülki amir veya mahkeme kararı ile yasaklanabiliyor. Kararı bozdurmak bazen aylar sürüyor. Bu filmi katletmek demektir. Filmler yasaklansın demiyorum ama bunu sinemanın gelişmesinin önünde büyük bir engel olarak görüyorum.

 

 

SON DÖNEMİN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİSİ DE SANIRIM KALİTELİ SENARYO EKSİKLİĞİ BUNUN İÇİNDE FESTİVALLERDE YARIŞACAK ÖNEMLİ FİLMLER DEĞİL, ZAMAN GEÇİRMEK İÇİN İZLENEN SEYİRLİK FİLMLER ÇIKIYOR ORTAYA NE DERSİNİZ?

 

Her şey senaryo ile başlar. Kaliteyi, kaliteli senaryo yaratır. Ama geldiğimiz noktada ibibik tipler istendi. Ucuz, bol küfürlü, okul müsameresine benzeyen, etliye sütlüye karışmayan filmler yapıldı. Filmin hikâyesi yoksa mesaj beklentisi ol(a)maz. Her filmin bir mesajı olmalı. Mesela, ‘Hayat Güzeldir’ komedi tarzında ama muhteşem mesajları olan bir filmdir.100 geçse unutulmaz. Baba, o filmde Nazi kampının kötülüklerini çocuğuna asla hissettirmedi ve çeşitli oyunlarla baba olduğunu, sevgiyi, yüreğini ortaya koydu. Bence sinema okullarında defalarca izlenip, bölüm bölün anlatılmalı.

 

SON OLARAK SORMAK İSTİYORUM. SON 100 YILIN EN İYİ 10 GÖRÜNTÜ YÖNETMENİNDEN BİRİSİSİNİZ. DÜNYAYA BİR DAHA GELSEM BUNU BİR DAHA ÇEKERDİM DEDİĞİNİZ, UNUTAMADIĞINIZ, AKLINIZA MIH GİBİ YAPIŞAN SAHNE HANGİSİ OLDU?

 

Evet, bir tanesi var ki defalarca megalomanlığımın tavan yaptırdı. Arabesk filminin sonunda Şener Şen ile kadın el ele şarkı söylemeye başlarlar. Kadınla (Müjde Ar) ve onu seven ağa yanaşması Şener (Şener Şen) bir türlü ayrılamaz. Bunu izleyen Uğur Yücel gece kulübünün gürültüsünden çıkarak kendisini sokağa atar. Buraya kadar normal. Filmi o yıl yaz ayında çekmiştik. Sanırım 30 Ağustos törenleri için olsa gerek İstiklal Caddesi’nden Tünel’e giden caddeye ışıklı tak kurmuşlardı. Hava çok sıcaktı her yer kavruluyordu.

 

Ben Uğur Yücel’in, Tünel’den bize doğru yürüyüşünü çekeceğim. Gece 12’den sabaha kadar tek planımız bu. O ara Ertem Abi, (Ertem Eğilmez) 30 kiloya düşmüş. hasta yatıyor, öldü ölecek ve ben bu sahneyi çok önemsiyorum. Ekrem Bora’nın, ‘Sürtük’ filminden etkilenmişiz. Tankerle su getirip yerleri ıslatacağız ve takların renkleri caddeye can verecek, sokak ayağa kalkmış gibi olacak, dramatik ve psikolojik yanı ağır basacak. 1989’da tanker 200 liraya geliyor.Ertem Abi, “sen buna inanıyor musun” dedi, “evet dedim” Tankeri getirdik ama hava o kadar sıcak ki su bize yetişmeden buhar oldu uçtu.2 tanker daha geldi bana mısın demedi. Ben 800 TL’ye 4 tanker suyla caddeyi sonunda ıslattım. Ertem Abi duyduğunda çıldıracaktı ama en azından beğendirmem lazımdı.Sabaha kadar uğraştık ortada bir şey yok. Tam kayda giriyoruz bir nara sesi geliyor, kesmek zorunda kalıyoruz. Uğur Yücel ıslak caddede bize doğru gelmeye başladı bir yandan ağlıyor, bir yandan elindeki kartvizitleri yırtarak yere atıyor. Kamera pikabın üzerinde. Biz geri geri gidiyoruz, hem Uğur Yücel, hem ıslak cadde hem ağlıyor.Işık kullanmıyoruz, sadece taklardan ıslaklığa yansıyan ışıklar var. Sonunda sahneyi çektik. Filmin video bandını Ekrem Abi’nin evine doluşarak tekrar tekrar izledik. O sahnede Ertem Abi bakarken ağlamaya başladı. Bana, “Bu kadar güzel çekmeye hakkınız yok” dedi. Hepimiz çok duygulanmıştık. İşte unutamadığım sahne budur.

 

Bizi yıllar öncesine götürdünüz ve gerek dünya gerek Türk sineması ile ilgili zihin açıcı bilgiler verdiniz. Ayrıca son 100 yılın en iyi görüntü yönetmenlerinden biri ile röportaj yapma lezzetini tattırdınız. Çok teşekkür ediyorum…